Yabancı bir ülkenin havasını
solumanın heyecanı içinde sağa sola bakınırken, çok da farklı durumlar değildi
gördüklerimiz. Mağazaların çok olduğu kalabalık bir caddede akşam saati neler
görülür?
Egnatia Caddesi, kentin ana
caddelerinden biri. Akşam saati işinden çıkıp evine gitmeye çalışan
Selanikliler otobüs duraklarında birikmişlerdi. Bir otobüs, durağına yanaşınca
binenler olmasına karşın, biz de aralarından geçebiliyorduk. Ben ve eşim, beş
yaşındaki kızımızın ellerinden tutarak duraklarda bekleyenlerin arasından
rahatlıkla yürüyerek geçebildik. İtiş kakış otobüse binmeye çalışan insanlar
yoktu.
2018 yılının Ağustos ayı idi. Hava
sıcak, ama bunaltıcı değildi. Küçük kızımın rahat gezebilmesi için harika bir
gün!..
Selanik’e bir tur şirketiyle
geldik. İstanbul’dan gece yarısı otobüsle yola çıktık ve sabah saatlerinde
Selanik’e ulaştık. Tur rehberimiz, öğle saatlerinde bizi otelimize yerleştirene
kadar, biraz koşturarak bir kaç yer gösterdi. Gezdirdi diyemiyorum.
İlk durağımız Triganon Kalesi.
Buradan Selanik’in harika manzarasının tadını çıkarmak istiyorduk, ama pek
mümkün olmadı. Kalenin çevresinde dar sokaklardan oluşan yollar var ve bizimki
gibi tur otobüsleri bu dar yollarda zorlukla ilerleyebiliyordu. Bir de belediye
otobüsü ve diğer araçlar da olunca kaleyi doyasıya gezemeden “hadi, gitmek zorundayız” seslenişiyle
ayrıldık kaleden. Selanik’e tepeden bakabildiğimiz bu kale, aslında ilk gün ilk
ziyaret yeri için çok doğru bir tercih değil bence. Çünkü manzara güzel olsa
da, henüz hiçbir şey ifade etmiyordu bizim için. Çektiğim fotoğraflara daha
sonra bakınca manzara çok daha anlamlı olacaktı.
İkinci durağımız Aya DimitriosKilisesi. Dimitrios hıristiyanlık için önemli bir isim. Üstelik Selanikli.. Hıristiyanlığın ilk yıllarında
Selanik’te görevli olan Dimitrios, askerlerine yeni dini anlatmaya başlar. Bunu
haber alan kral Dimitrios’u bugünkü kilisenin bodrumuna kapatır. Kapatıldığı
odadan pis sular akmaktadır. Yaklaşık bir yıl burada hapis kalan Dimitrios yeni
dini inkar etmeyince burada öldürülür. Rivayete göre o günden sonra öldürüldüğü
o odadan artık pis sular değil, mis kokulu sular akmaya başlar. Burası
Selanikli Hıristiyanlar için o kadar kutsal bir alandır ki, Osmanlı döneminde
yapı cami olarak kullanıldığında bile, Hıristiyanların bu odaya girip dua
etmesine izin verilmiş.
Pek çok tapınakta olduğu gibi AyaDimitrios Kilisesi’nde de süslemeler göz alıcı ve dikkat çekici. Her köşesi
ilgiyle incelemeye değer. Tabi tur rehberimiz bizi rahat bıraksa, biraz daha
incelerdik. Kiliseden çıkarken bir kadın kızımın eline dini bir resim
tutuşturmuş, karşılığında da 2 € kapmış.
Üçüncü durağımız, pek çoğumuzun
Selanik deyince aklına gelen yerdi; Atatürk’ün doğduğu ev.. Burası günümüzde
Türk Başkonsolosluğu’nun hemen yanında yer alan
bir müze. Güvenlikli kapısından giriş yaptıktan sonra bahçesindeki nar ağacı
dikkatimizi çekti. Babası Ali Rıza Efendi, oğlu Mustafa doğduğunda bu ağacı
ekmiş. Yani bugün bu nar ağacı tam 137 yaşında.. Ne güzel bir adetmiş,
doğduğunuzda sizin için ekilmiş bir ağaçla beraber büyümek!.. Apartman
dairelerine ağaç ekilemiyor ne yazık ki!..
Bina üç katlı. Ali Rıza Efendi ve
ailesi, binada kiracı olarak yaşamışlar. 1908 yılında ise Mustafa Kemal, kendi
parasıyla binayı satın almış. Ancak Osmanlı Devleti 1912 yılında Selanik’ten
çekilince bina Yunanlılar’a geçmiş ve farklı amaçlarla kullanılmış. Zemin
katındaki odalar dükkana dönüştürülmüş.
1934 yılında Yunan devleti, binanın
ön cephesine Mustafa Kemal Atatürk’ün bu evde doğduğunu belirten Türkçe,
Yunanca ve Fransızca yazılı bir mermer yerleştirmiş. O dönem Türkiye ile iyi ilişkiler geliştirmeye
özen gösteren Metaksas hükümetinin önerisiyle, Selanik Belediyesi binayı satın
alıp Atatürk’e hediye ettiğini bildirmiş. Atatürk bu hediyeyi memnuniyetle kabul etmiş. Selanik
Belediyesi’nin amacı binayı restore edip açılışa Atatürk’ü de davet etmekmiş.
Ancak o yıllarda dünyanın ve Yunanistan’ın ekonomik koşulları, Atatürk’ün
vefatı ve ardından başlayan 2.Dünya Savaşı nedeniyle binanın onarımı 1953’e
kadar tamamlanamamış.
Mustafa Kemal’in çocukluğu ve ilk
gençliğinin geçtiği bu binada, dönemin eşyalarının benzerleri kullanılmış.
Ancak 2013 yılında yapılan yenileme çalışması ile eşyalar yerine bilgilendirme
yazıları, video ve fotoğraflar kullanılmış. Türkiye’den getirilen Atatürk’ün
kullandığı bazı özel eşyaları da sergilenmiş. Diploması da bir duvarda asılı.
Selanik’te yaşadıkları dönemden günümüze o dönem kullandıkları özel eşyalarının
kalması bir mucize olurdu herhalde!.. Müzenin
içindeki balmumu heykeller ve tanıtım filmleri ile müze çok daha anlamlı.
Tur rehberimiz bizi, müzenin
karşısında yer alan bir çay ocağında topladı. Burada isteyen çay, isteyen Türk
kahvesi içti. İstanbullu bir Rum aile işletiyormuş çay ocağını. Siparişlerimizi
Türkçe verdik. Çaylarımız ince belli bardakta geldi. Selanik’te miyiz, yoksa
Türkiye sınırları içerisinde bir yerde miyiz, kafamız karıştı.
Çay ocağının hemen yanında bir
hediyelik eşya dükkanı vardı. Dükkanın adı bile Türkçe yazılıydı. Ucuz yollu
magnetler dahil, Atatürk evi figürlü pek çok hediyelik eşya satılıyordu.
Müzenin içinde kaldığımız süre kadar, bu çay ocağında zaman geçirdik. İnce belli
bardakta çay içmeye mi geldik Selanik’e, ey tur rehberi?..
Tur rehberimiz İzmir’in kordon
boyuna çok benzetilen sahil yolunu ve Selanik’in simgelerinden biri sayılan
Beyaz Kule’yi göreceğimizi söyledi. Gördük. Sahil yolundan otobüsle geçerken
Beyaz Kule’nin yanından geçtik ve Beyaz Kule’yi de böylece görmüş olduk. Beyaz
Kule’nin biraz ilerisinde Büyük İskender Parkı yanında bizi indiren tur
rehberimiz saat 14:00’e kadar serbest zaman verdi. Bu saatte otelimize gidip
odalarımıza yerleşeceğiz. Sonrası zaten serbest zaman. Yani tur rehberimiz bizi
başından savdı desek yeridir.
Bu turun bu dakikasına kadar
edindiğimiz deneyim, eğer bir kent gezisi planlıyorsanız, turla gitmeyeceksiniz
ya da ilk fırsatta turdan ayrılıp kafanıza göre kendiniz gezeceksiniz. Ya da
sizi gerçekten gezdirecek tur şirketleri bulacaksınız. Kafanıza göre gezebilmek için önceden
çalışmış olmak çok yararlı olacaktır. Zaten bütün kışı gezilecek yerleri
çalışmakla geçiriyoruz. Bizim bir sonraki gezimiz büyük olasılıkla bir tur
rehberinden bağımsız gerçekleşecektir.
Bir kenti bir başına veya küçük bir
grupla gezmek en iyisi sanırım. Kalabalığa uymak zorunda kalmazsınız,
istediğiniz yerde istediğiniz kadar zaman geçirebilirsiniz, dikkatinizi çeken
küçük ayrıntıları fark edebilirsiniz…
Büyük İskender Parkı’nda görmek
için sabırsızlandığımız heykeller ve Selanik Şemsiyeleri gibi anıtlar dururken,
tur boyunca bize uyum sağlayan küçük kızımın gönlünü almaya gelmişti sıra.
Yolun karşısında başka bir park vardı; Xanthi Park. İçinde bir kafe de vardı.
Buradaki küçük tren kızımı çok mutlu etti. Parkın içine döşenmiş raylar
üzerinde, bacasından dumanlar çıkarak turlayan minik bir lokomotif arkasındaki
yolcu vagonlarını çekiyordu. Minik dedim, ama sadece çocuklar için olduğunu düşünmeyin.
Daha çok çocukların ilgisini çekse de, çocuğunu veya torununu yalnız
bırakamayan yetişkinler de biniyordu. Kızım çok mutlu oldu, yine gelelim dedi.
Öğleden sonraki serbest zamanımızda
otelimizden Egnatia Caddesi boyunca yürüyerek Aristo Meydanı’na ulaştık. Çok
uzak değildi zaten. Bu arada mağazalarla dolu caddede vitrinleri de inceledik.
Yabancılık çektiğimizi söyleyemem. HamzaBey Camisi’ni de gördük. Ancak onarımdaydı. Uzaktan görmekle yetinmek zorunda
kaldık. Yıllardır süren metro çalışmasından çıkarılan arkeolojik buluntuların
camide sergileneceği ile ilgili bir haber okudum. Umarım bu bahaneyle caminin
onarımı kısa zamanda tamamlanır.
Aristo Meydanı’nda bir kafede
oturup frappe dedikleri soğuk kahveden içerken tekerlekli sandalyesiyle bir
adam yaklaşıp para istedi. Nereli olduğumuzu sordu, bahşişini alınca biraz
ileride oturanlara Türk olduğumuzu iletti. Nedense merak uyandırmışız!..
Günün yorgunluğunu tur rehberimizin
bizi götürdüğü bir tavernada yemek yiyerek attık. Atmak istedik.. Yani atsaydık
iyi olurdu. Gittiğimiz yer canlı müzik olan bir mekandı sadece. Yunanca ve
Türkçe şarkılar söylediler. Zaten şarkıların çoğu ortak sayılır, çoğuna eşlik
ettik. Hani sirtaki gecesi olacaktı?.. Birileri sirtaki oynasaydı!.. Kot pantolonla
bile oynasalardı razıydım, yerel kostümler olmadan. Şarkıcı abla “hadi
bakalim!” diye bize gaz vermeye çalışıyordu. Oynayan kimse yoktu, bizi
oynatacak aklınca.. Sirtaki oynayan arkadaşlarım var, keşke gelmeden önce
onlardan birkaç figür öğrenseydim. Bir
ara tanıdık bir melodi geldi kulağıma, çalınan şeyin Harmandalı olduğunu
anlayana kadar parça bitti. “Selanik’te
Harmandali oynardim, ama o da olmadi!..” Bir akşam yemeği için tonla para verip
erkenden ayrıldık mekandan. Bu paranın yarısıyla çok daha özel Yunan yemekleri
yiyebileceğim birkaç restoran belirlemiştim önceden, ama ne yapalım.
Selanik’teki ikinci günümüzde
bağımsızız. Tur rehberi yok. Kendi kendimizin rehberiyiz.
Aristo Meydanı sahilden içerilere
kadar uzanan ince uzun bir alan. 1912
yılında yönetim Yunanlılar’a geçtikten sonra, 1917 yılında büyük bir yangın
kentin önemli bir bölümünü yok ediyor. En çok da Yahudi ve Türk mahalleleri
yanıyor her ne hikmetse!.. Gerçi geniş alanı olmayan dar sokaklardaki ahşap
binaların yangından kurtulmasını beklemek fazla iyimserlik olurdu. Bu yangından
hemen sonra, 1918 yılında Fransız mimarlara kenti yeniden planlamaları görevi
verilmiş. Yapılan planlamanın tamamlanması 1950’li yıllara dek sürmüş, sonuçta
kent günümüzdeki halini almış.
Sahile yakın alanda, Aristo
heykelinin hemen önünde güvercinlerin toplandığını gördüğümüzde yem satan bir
kadına yaklaşıp yem satın aldık. Kızım güvercinlere yem vermek istedi. Güzel
fotoğraflar çekebilirim diye düşünmüştüm. Selanik’te hemen her yerde İngilizce
konuşarak sorularımıza cevap bulduk. Kimse ben bilmiyorum, ben sizi anlamıyorum
demedi. Turizm kenti olmayı öğrenmişler. Kadından yem satın alırken kadın Türkçe
konuştuğumuzu duyunca “hoşgeldiniz”
demez mi? Meğer o da Türkmüş. İskeçeli’ymiş. Ayaküstü biraz konuştuk. Yem satın
aldık, güvercinleri topladık çevremize.
Selanik, Osmanlı yönetimine geçince
bazı kiliseler, yapısı bozulmadan yanına bir minare inşa edilerek camiye
dönüştürülmüş. 1912 yılında Selanik tekrar Yunan yönetimine geçince, bu
minarelerin hepsi yok edilmiş. Hatta cami olarak inşa edilen Hamza BeyCamisi’nin minaresi bile. Tek istisna, Yorgo Rotundası.. MS. 4. Yüzyılda Roma
İmparatoru Galerius’un yaptırdığı Rotunda, daha sonra kilise olarak
kullanılmış. Osmanlı döneminde de bu kubbeli yapı Sultan Hortaç adıyla cami
olarak kullanılmış ve bahçesine bir minare dikilmiş. İşte bu minare günümüzde
hala ayakta..
Aya Sofya Kilisesi’nde bir düğün
vardı. Üstü açık bir spor arabada gelin ve damat önümüzden konvoyla geçtiler.
Kilisenin önündeki küçük alanda iki tur atıp uzaklaştılar. Adet burada da aynı.
Araçlar kornalarına basa basa, düt düüüt diye eşe dosta selam çakarak
uzaklaştılar. Kiliseye girmeye niyetlendik, ama bahçesine büyük bir masa
kurulmuş, davetliler bir şeyler atıştırıyor, ortam kalabalık. Girmedik
aralarına!.. “Kız tarafı mısınız, erkek
tarafı mı?” diye sorsalar ne deriz?.. “Gerçek
Ayasofya’nın yanında geliyoruz, bu kopyayı da bir görelim” desek, belki
kavga çıkar. Kavga çıkarmaya gelmedik buraya!..
Pandos 1940 Kadın Anıtı’nı aradık,
bulduk. Google Earth sağolsun, sokak sokak gezme imkanı sağladığı için elimizle
koyduğumuz gibi bulduk. 2.Dünya Savaşı’nda İtalyanlar Yunanistan’ın batısını
işgale kalkışır. Pandos bölgesinde kış mevsiminde direnen Yunanlılar,
İtalyanları durdurmayı başarır. Bu direnişte genç ve yaşlı pek çok kadın da
elinden geleni ardına koymamış ve direnişe destek olmuş. Gerçi Naziler,
kuzeyden saldırınca bu direnişin pek anlamı kalmamış, Yunanistan 2.Dünya Savaşı
süresince Nazi, İtalyan ve Bulgar işgali altında geçirmiş. Yine de o direnişi
unutmamışlar, kadınlarının fedakarlıklarını ise anıtlaştırmışlar.
Xanthi Parkı’ndaki treni unutamadık.
Yine orada aldık soluğu. Kızım iki kez daha bindi trene. Birinde annesini de
bindirdi. Ben de heveslenmedim değil hani!.. Kentin merkezinde yemyeşil bir
alandayız. Dinlenmek için harika alanlar tasarlamışlar.
Çocuk parkları da
dikkatimizi çekti. Salıncak, kaydırak, tahtarevalli gibi eğlence araçlarının
olduğu çocuk parklarından söz ediyorum. Hepsini demir parmaklıklarla
çevrelemişler. Bir kapısı var ve her giren çıkan kapısını kapalı tutuyor. Önce
garipsedik. Çocukları hapsetmişler diye düşünmedim değil. Sonra bir anne
dikkatimi çekti. Çocuğu parkın içinde bir o yana bir bu yana koştururken, bir
banka oturmuş dergi okuyordu. Çocuğunun parktan uzaklaşmayacağına emin bir
şekilde ve keyifle.
Bu kadar dinlenme yeter. Sırada
görmek için sabırsızlandığım Beyaz Kule vardı. Selanik’te en çok beğendiğim
yapı Beyaz Kule oldu. Kulenin üstünde güzel bir kent manzarası olduğunu
öngörmek çok zor değildi. Bu hevesle girişine yaklaştık. Biraz kalabalıktı.
Sıra bize gelince ücretimizi ödedik. Sonra bize bir cihaz uzattılar.
Bilgilendirme levhalarındaki numaraları girerek açıklamaları dinleyebilecektik.
Üstelik dil seçenekleri arasında Türkçe de vardı. Daha ne isteyelim!..
Tarihi değeri bir yana Selanik’in
tüm geçmişini özetleyen bir kent müzesi olarak çok iyi hazırlanmıştı. Kızımın
sıkılmayacağını bilsem neredeyse bir günü burada geçirebilirdim. Beş katlı
kulenin her bir katını Selanik’in farklı dönemlerine göre düzenlemişler. Antik
dönemlerden Osmanlı yönetimine, 1917 yılındaki yangından günümüze kadar her
konu işlenmiş. Ve öngördüğümüz gibi, üstteki açık alanda harika bir Selanik
manzarası bizi bekliyordu.
Beyaz Kule’den sonra parkın içinde
sahil boyunca yürüyünce Büyük İskender’in heykeliyle karşılaştık. Bilindiği
gibi Makedon Kralı Büyük İskender, Pers baskılarını kırıp onları Ortadoğu’ya
kadar kovalamış bir komutan. Yunanistan’ın bu bölgesi, günümüzde de Doğu
Makedonya olarak anılıyor. Bu nedenle o döneme ait her şey önemli ve değer
verilmiş. Örnek; Xanthi Parkı’nın bir köşesinde Büyük İskender’in babası
II.Philippos’un da heykeli var. Kral II.Philippos, Perslilere karşı bölgedeki
kent devletleri arasında Teselya Birliği’ni sağlamış. Ve farkında olmadan
Selanik kentine adını da aslında o vermiş. MÖ 352’de Teselya Birliği’ni
sağladığı gün doğan kızına “Teselya Zaferi” anlamına gelen “Thessaloniki” adını
vermiş. Aradan yıllar geçmiş Thessaloniki, Kassandros ile evlenmiş.
II.Philippos ve yerine geçen oğlu Büyük İskender öldükten sonra tahta geçen Kassandros
MÖ 315 yılında bu bölgede bir kent kurmaya karar vermiş. Kente de karısı Thessaloniki’nin adını
vermiş. Adam kral, kimin adını vermek isterse verir, öyle değil mi?
Parklardaki pek çok büstten biri
çok ilgimi çekti. 1970’li yıllarda Selanik yakınlarındaki Vergina kasabasında
yaptığı kazılar sonucunda II.Philippos’un mezarını bulan ve o dönemle ilgili
bilinmeyenleri ortaya koyan arkeolog Manolis Andronikos’un unutulmamış olması.
Tarihi aydınlatan bir arkeoloğa değer vermek çok önemli bir kültürel davranış.
Akşam hava karardığında hala bir
yerleri görmek için geziniyorduk. Bir ara, ara sokaklardan birinden geçerken
bir barın önünden geçtik. Tıpkı bizdeki gibi onlar da sokağa taşmışlardı. Hatta
televizyon bile dışarıya dönüktü. Maç vardı ve kaldırıma oturan beş-altı kişi
bir yandan biralarını yudumlarken gözlerini televizyondan ayırmadan
izliyorlardı. Yunanistan Süper Ligi’nden bir maçtı. AEK’nın maçı.. Diğer
takımın adını alfabeden dolayı anlayamadım. Heyecanla maçı izliyorlardı. Maç
benim de ilgimi çekti, ama Selanik’e maç izlemeye gelmemiştim. Yolumuza devam ettik..
Günün sonuda otelimize taksiyle
dönmeye karar verdik. Egnatia Caddesindeydik.
Venizelos heykelinin karşısındaki
taksi durağına yaklaştık. Mavi ve beyaz renklerle boyanmış taksilerden sıranın
önünde olanın şoförüne otelimizin adını söyledim. Taksi gideceğimiz yöne ters
duruyordu, “buradan dönemem” dedi.
Oysa bizde bu sorun olmazdı, trafiği birbirine katıp u dönüşüyle müşterisini
kaçırmamış olurdu. Şaşırdım!.. Geniş caddenin karşısını gösterdi. Orada da bir
durak vardı, gösterene kadar fark etmemiştim. Taksicinin İngilizcesi pek
yeterli değildi, ama “karşıya geç, oradan
bin” dediğini anlamak zor olmadı. Teşekkür edip ışıklı yaya geçidinden
karşıya geçtik, mavi ve beyaz renkli taksiye binip otelimizin adını söyledik.
Taksimetreyi açtı, yola koyulduk. Ben sürücünün yanına oturmuştum, hemen
gözümün önünde bir çizelge vardı. Mesafeye göre alınacak ücretler yazıyordu.
İndi-bini 3,5 € yazıyordu. Yaklaşık bir kilometrelik yolun sonunda otelimize vardığımızda
taksimetre de 3,5 € yazdı.
Yol boyunca radyo açıktı.
Konuşmalar Yunanca olmasına karşın, sanırım AEK maçı hakkında konuşuyorlardı.
Sürücüye konuşulanları sormak istedim, ama sonra vazgeçtim. Futbol muhabbeti yapacak kadar İngilizcem var
mıydı, emin değildim; hem de sürücünün nasıl bir tepki vereceğini bilemedim.
Bizdeki bazı fanatik tipler gibiyse takside kavga bile çıkabilirdi; “Ulan siz bizi fena yenmiştiniz!..”
Durup dururken hır gür çıkarmaya hiç gerek yok. Zaten takım tutmuyorum, sadece
futbol seviyorum, neyi savunabilirdim!..
Konu trafikten açılmışken, Selanik üç
yüz altmış bin nüfuslu bir kent olmasına karşın, kent içinde trafiğin
sıkıştığına hiç şahit olmadık. İnanılır gibi değil, ama kırmızı ışık yanınca
duruyorlar. Işıklı bir kavşakta, biz yayalar için yeşil ışık yanmış karşıya
geçeceğiz, ama sağa dönen bizim yolumuzdan geçecek olan araca da yeşil yanmış, bize
doğru geldiğini görünce ister istemez durdum. Trafikte karşıdan karşıya
geçerken hep tedirgin olduğum için daima küçük kızımı kucağıma alırım. Yaya
çizgisine gelince araç durmasın mı!.. Karşıya geçmemi bekledi. Kendimi büyük
bir ordunun muzaffer kumandanı gibi mutlu hissedip karşıya geçtim.
Ankara’da kavşaklarda kırmızı ışık
yansa bile kendince kontrollü bir şekilde yoluna devam eden pek çok sürücü var.
Hatta bir defasında araçla bir kavşakta kırmızı ışık yandığı için beklerken,
arkamızdaki araç korna çaldı. Derdi nedir ki diye düşünürken, yanımdaki
arkadaşım “yol boş, geçsene demek
istiyor” demişti. Trafikte böyle kuralsızlıklara alışık olduğum için
Selanik’te kurallara bu kadar özen gösterilmesi garip geldi doğrusu.
Peki bu Selanikliler, bizlerden çok
mu medeni insanlar acaba?.. Sanmıyorum. Büyük olasılıkla trafik kuralları sıkı
şekilde takip ediliyor ve uymayanlar ciddi şekilde cezalandırılıyordur.
İki günlük Selanik gezimizin
ardından İstanbul’a döndük. Selanik’te birkaç gün daha kalır mıydım?..
Kesinlikle evet.. Ben kalırdım. En az iki gün daha sokak sokak, cadde cadde,
müze müze gezebilmek için kalabilirdim. Üstelik anlatamadığım daha pek çok özel
mekanı varken.. Belki bir başka sefere.. Belki yolumuz tekrar düşer Selanik’e..
merhaba yazınızda Xanthi Park diye trenin olduğu bir yerden bahsettiniz ancak büyük iskender parkının olduğu yerlere baktığımda bulamadım hatırlıyorsanız daha detaylı bilgi paylaşırmısınız lütfen keyifle gezeceğiniz güzel günler dilerim
YanıtlaSilGecikme için özür dilerim. 2018 yılında gezmiştik. Bugün Haritalar uygulamasında YMCA Park adıyla görünüyor bu park. Sanırım tren kaldırılmış.
Sil